30 Aralık 2013 Pazartesi

Mobbing nedir-ne değildir?

Tanımların en güzeli ve yalını;  "iş yerindeki duygusal taciz" bence.

Çok büyük markaların çok büyük kurumların adının sıkça karıştığı olaylarda duyuyoruz bu terimi.

Hepimiz öyle ayda böyle çalışmak, çalıştığımız kuruma uyum sağlamak durumundayızdır. Özellikle özel sektör için bir çok stres kaynağı varken insanların birbiri üzerinde egemenlik kurmaya calışması kaçınılmaz bi son tabii ki de. 



Insanların bir çoğu mobbinge maruz kaldığının farkında olmakla beraber bunun bir suç olduğunu gözden kaçırıyorlar.
Profesyonel anlamda hiç bir birey diğerinin egemenliği altında değil. Pozisyonlar insanlara mevkii değil ast üst ilişkileri sırasında kullanabilecekleri bağlılıkları verir. Insanlara haksız yere hükmedince, öfke kontrolü saglanamayınca otomatik olarak saygı seviyesi yerle bir olur.
Mobbing nedir? Alışıldık örneklerin dışındakileri yazıyorum,
- Dinlemeden reddetmek
-kişisel ön yargılar oluşturmak
-farklı insanların yanında gol atmaya çalışmak
-pozisyon çalmak
-emek verilmiş seyin işe yarar olmadığı savunmak
-umursamıyormuş imajı yaratan mimiklerde iletişim kurmak

 Bir çok intihar vakası okuyoruz mobbing kaynaklı. Çalışanların bir çoğu haftada en az 1 kere işten ayrılmayı düşünüyor istatistiklere göre.

Ben çok büyük bir perakende grubunda çalışıyorum. Mutlaka rekabet çok yuksek ancak ailevi bağlılıklar tarzında bir yapımız var, çok şanslıyız ki mobbing diyebileceğimiz bir yıldırma olayı ile karşılaşmadık.
İşin en önemli kısmı insan. 
Hepiniz para ve konum için çalışıyorsunuz, yaptığınız işlerle rekabet edin gözünüzü seveyim. İş, huzuru gerektirir, yere sağlam basmayı arkanıza sizi destekleyecek insanlar almayı gerektirir. Kişiselliklerinizden uzaklaşın, önce kendi huzurunuzu sonra başkasının huzurunu kaçırmayın.

Öyle daha iyi olacak göreceksiniz....

Konu ile ilgili istatistikler için:

12 Aralık 2013 Perşembe

Marka Segmentasyonu - Yalın Mağazacılık - Yalın Perakende

Hafta sonu şöyle bir mağazaları gezmek istedim. Bu ayın sürekli kendimi sorgulatan ve beni araştırmaya iten ana konusu mağazalarda ki ürün çeşitliliği oldu.

Geçirdiğimiz 10 senelik dilimde bir çok marka model çeşitliliğini kendine göre yorumlamış ve stratejik planlamalarında değişikliğe gitmişler. Bazıları çeşitliliğini arttırırken bazıları bunlarda eleme yapmışlar.

Ürün portföy yönetiminde 3 ana strateji hakim.

1)Eleme

2)Koruma

3)Yeni Ürün Sayısını Arttırma

Stratejik kararlar marka yapısını, markanın pazarını ve müşteri kitlesini bir arada düşünerek oluşturulmuş genel yönetim süreçlerini içine alıyor. Bu sebeple de bu kararlar alınırken, marka kimliğinin üzerine gerçekten çok iyi düşülmesi gerekir.

Örneklerle ilerlemek istiyorum.

Fast Fashion dediğimiz, bir çok perakende devini içinde bulunduran, hızlı moda ürünleri satan, ürün sirkülasyonu çok olan, modayı yönlendiren veya daha ulaşabilir fiyatlara ürün satan gruplar-mağazalarında ürün çeşitliliğini yüksek tutması gereken kısımda yer alıyorlar.

H&M grubu üzerinden düşünelim. Modayı yönlendiriyorlar, mağazaları trend ürünleri satıyor ve bu pazara hakimler. Ürünlerinde yüksek kaliteden daha çok modayı ulaşılabilir kılma teması hakim. Hedef müşteri kitlesi bayanlar ve hepimizin tahmin edebileceği gibi çoğu zaman ihtiyacımız olan üründen çok beğendiğimiz ürünü alıyoruz. Mağazaları geziyoruz, window shopping yapıyoruz, ve sonunda "dayanamadım aldım!" diyoruz. Bununla yetinmiyoruz, "ayy çok sevdim keşke beyazı da olsaydı, onu da alırdım" diyoruz.İşte pazar böyle bir pazar. Sürekli alma istediğini tetikleyecek, arzu uyandıracak, uykuları kaçıracak ürünlere ihtiyaç var. Kocaman gardroplarının içinde tükenmişlik hisseden bir müşteriyi tatmin etmek o kadar kolay değil.

Aynı şekilde devam edecek olursak, LC Waikiki için konuşalım. Kendi segmentindeki müşteriye uygun fiyata kaliteyi vaad eden, yine ürün ve müşteri sirkülasyonu çok olan bir grup. Lüks markaları bile şaşırtan dinamik bir yapısı var. Ve o kadar büyük bir organizasyonu beslemek de hiç kolay değil.

İşte bu örneklere baktığımızda ürün çeşitliliği, bu markalar için olmazsa olmaz.

Pekii, ürün çeşitliliğinin artısı eksisi nedir, yada alternatifi nedir?

Model çeşidi artmalı mı, nereye kadar artmalı, artarsa ne olur?

Bu sorulara cevap verebilmek için ön şartımız müşteriyi tanımak, ve müşteri segmentasyonu yapmak.

Müşterilerim kimler? Nasıllar? Onlar neleri alır? Ne isterler? Ne sıklıkta alışveriş yaparlar? Ne tarz ürün isterler?

Ürün çeşitliliğinin sağladığı bir çok olumlu etkinin yanında, markalara bir yük olabilme ihtimali de var. Ürün çeşitliliği arttıkça, planlama, kontrol ve üretim için geçen süre de artar.Getirisi  olmayan bu süreçlerde harcanan efor ve maliyetler, karlı ürünlerin sırtında bir yük olarak kalır ve ortalamaları düşürür. Perakende de YALINLIK düşüncesi'de böyle başlar.

Şöyle bir örneğimiz olsun. Müşterileri; orta yaş ve üzeri , üst gelir seviyesinde, kalite ve marka imajından hoşlanan, modellerde sadeliği arayan, sadakati yüksek, bir markamız var. Modellerin ana teması aynı, sadece detaylarda farklılık söz konusu.

Çeşitlilik adına yüzlerce farklı SKU için harcanan çaba, üretimde karşılaşılan set up süreleri, karmaşık yapılar, karmaşık dağıtımlar... Hepsi müşterinin olmasa aramayacağı, yokluğunu hissetmeyeceği detaylar için. Hedef müşteri kitlesi, zaten alışverişta vakit harcamaktan çok hoşlanmayan bir an evvel alışveriş sürecini tamamlamaya odaklı bir grupken, gerek satışı gerçekleştirecek personeli gerekse müşterinin algısını karıştırmaya odağını dağıtmaya gerek var mı? Markanın ürün satışının % 80'inin ürünlerin %20'lik kısmı oluşturuyor. Kalanının genel tabloda söz sahibi olma ihtimali zayıf.

Fazla ürün demek, katma değeri olmayan stok maliyeti ve ek yönetim maliyetleri doğurmak demek. Daha çok arz daha çok talep derken, ürüne olan farkındalığı azaltan ve lüks kategorisindeki bir markanın mağazalarının ürün yığınakları haline getiren karmaşıklıktan uzak durulması gerektiği açık.

 

18 Ağustos 2013 Pazar


http://www.ted.com/talks/seth_godin_on_sliced_bread.html


Seth Godin kimdir?

Herşeyin ötesinde videolarının tamamını ezbere bildiğimi düşündüğüm ünlü pazarlama dehasıdır.
Pazarlamanın bir dehası varsa Seth Godin en kuvvetli aday olabilir.

Ekşi Sözlükte onun için neler denmiş?

*"selling to people who actually want to hear from you is more effective than interrupting strangers who don't.” felsefesini takdir ettiğim pazarlama gurusu.

*:ışıltılı fikirlerin, geçerli farkındalıkların ve rasyonalitenin adamıdır.

*:amazon.com, american airlines, bell atlantic ve american express gibi firmalara internet danismanligi yapan ve yahoo.com'un baskani olan kel kafali super zeka insan. esas olayi marketingdir, bu konudaki radikal cikislariyla un salmistir.

*:bütün dünyada çok satan "permission marketing" ( izinli pazarlama ) ve "the purple cow*" isimli kitapların yazarı olan, pazarlama alanında değişik fikirlere sahip kel kafalı şahıs. ünlü bir konuşmacı olup "fast company" isimli derginin yardımcı editörüdür. pek çok şirketin kurulmasında ve yeniden yapılanmasında aktif rol oynamıştır.

*:"vazgeçmek, başa çıkmaktan daha iyidir, çünkü vazgeçmek sizi başka bir şeye yönelmek üzere özgür bırakacaktır." diyerek ne kadar doğru demiştir bugün istanbul'da.


Moda İzliyoruz

Bir işte çalışıyorsan, yani o işi profesyonel anlamda yapıyorsan, bilgin, fikrin, görgün ne olursa olsun araştırmalısın.

Çok çalışkan biri olmayabilirim, ama kendime çok güvendiğim bir özelliğim var ki araştırmak.


İlgili ilgisiz herşeyi okuyabilirim, kendimi bazen mobilya dergilerine bakarken, ahşap özellikleri okurken bulabiliyorum.
Sıkı bir blog takipçisiyim, sörfüm iyi.

Perakende- tekstil üzerine çalışıyorum.
Yıllardır kıyafete ve mağazalara yaptığım yatırımının bana bilgi olarak döneceğini hiç düşünmemiştim, zaten o kadar da kolay değilmiş.



Bugün karşıma çıkan film listesini paylaşıyorum.

İzlemediğim 4 tanesi vardı, bugun "Confessions of a Shopaholic"i izledim. The September Issue için türkçe altyazılı olanını bulamadım, bulursam onu da izleyeceğim.

Tam bir kız filmi olduğunu söyleyebilirim. Eski olmakla beraber bence çok da eğlenceli. Eğer bayan ağırlıklı bir departmanınız varsa ekip olarak izleyebilirsiniz :) Alışverişkolik, kredi kartı mağduru bir kızın finans sektöründe bulunması- ve deneyimlerini köşe yazıları ile paylaşması üzerine.
Marka'nın insanların kalbine dokunması, onlara kişisel deneyimler kazandırması ile ilgili çok küçük hoş detayları var filmin.


Diğerleri için;
http://www.imdb.com/list/dUrwL25PdBI/


Yeni Mezunun Günlüğü

Aslında daha önceden kişisel marka kavramından konuşmuştuk.

Üniversite son sınıf yada yeni mezun insanların tüm ortak konusu kurumsal hayat mekanizması.
İş bulma telaşı, kariyer yolları, kimin ne kadar maaş aldığı vs.

"Keep calm" gençler, ama dozunda.

İlk iş görüşmesine gittiniz, çok iyi geçti değil mi?
İşte aslında o görüşme çok iyi geçmedi. Bu yazıyı yazarken kaç iş görüşmesine gittiğimi düşündüm.
Çok fazla gitmişim, adedini söylemeyeyim, hiç istemediğim çalışmayacagım görüşmelere de gittim, beni almayacaklarını bildigim görüşmelere de.
İlk görüşme zaten insan kaynakları ile oluyor. Onlarda allah var şirketlerin gülen yüzleri. Onlarla görüşmeniz kötü geçemez zaten.

Her neyse ilk birkaç görüşmemde benimde yaptığım hatalardan bahsedeyim.
En temel kural, ukala olmayın, o maaşa çalışmam gibi bir uslub kesinlikle takınmayın.
Dürüst olun, sadece işi almak için sizden istendiğini düşündüğünüz şeylere göre cevap vermeyin.
Hangi bölümlerde çalışabileceğinizi, yeteneklerinizi doğru anlatın.

İşi alabilirsiniz ancak aslında hiç size uygun olmayan bir işe girerek zamanınızı boşuna harcayacak da olabilirsiniz.

Mesela ben bunun çok net bir örneğiyim.

Hayatımın 6 ayını, çok degerli 6 ayını resmen çöpe attım.
Birçok kişi için çok güzel bir iş tecrübesi sayılabilirdi, çok iyi insanlarla çalıştım ancak kariyer hedefimle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu. Şimdi bi bakıyorsun koca bir çöp.

Dikkat edin, zamanınızı harcamayın.
Çalışmak istediğiniz sektörü çalışmak istediğiniz departmanı çok iyi belirleyin. Bununla uyumlu yerlerde çalışmaya gayret edin.

Belirleyin ki marketing çalışmak isterken kendinizi Şahin Sucuklarının marketing ekibinde bulmayın.


Yeniyi yönetmek

Herkesin dilinde "Yenilikçilik". Herkes bir tutturmuş "yenilikçi olmak" diye...

Yapabileceğiniz farklılık yaratabileceğimiz belki de en zor kavram "yeni" kavramı. Öyle bir sinerji noktasındayız ki artık ne kadar "yeni" kavramı var hayatımızda, bunu açıklayamıyorum.

Yaratıcılıgın sınırlarını çoktan aştık.
Hem öyle kolay mı yeni diye birşey koymak ortaya. 

Yenilik tecrübenin katkısı ile oluşabilen bir kavram bence. Daha iyisini, daha mükemmelini yapmak, yada birşeye "daha" sıfatını eklemeye gerek kalmadan; hayal edilmemişi yapmak için bunun neye hizmet ettiğine-hangi ihtiyaçları karşıladığına bakmak gerekmez mi?

En zor şey insanları yenilik fikrine alıştırmak. 

Günlük hayatımda, yaptığım her işte, yaptığım şeyi sorgulamaya gerçekten çok özen gösteriyorum.
Birinin dikkatini çekmek için değil, yaptığım iş ile kaynaşmak için bu yapıyorum. 
Yaptığım bir ürünü, hazırladığım bir tabloyu elimle tutarmışcasına, onunla konuşurmuşcasına incelemeyi, onunla tanışmayı, kendini bana anlatmasına izin vermeyi tercih ediyorum.

Hal böyle olunca tanışıklık ileri boyutlara gidiyor, onun bana veya diğerlerine kendini daha iyi anlatmasını istiyorum.
O noktada onlarca soru ile karşılaşıyorum. 
Bilgi kopukluğu, bilginin birbirine bağlanamaması en büyük sıkıntım benim.

Yenilik yaratmaktan çok, ufku açık insanlarla çalışmaya ihtiyacım var mesela benim.

"Ne gerek var'cıları aşmak"

İşler her koşulda yürür, her şekilde bir yol bulunur işlerin devamlılığını sağlamak adına. 
Dinamik sektörlerde çalışıyoruz bir çoğumuz, daha da ötesi hayatımız dinamik.

Önerdiğiniz şeyler karşısında 'ne gerek var'cılar çıkacaktır, çoğu zaman haklı çıktıklarını da kendi adıma tecrübe ettim. 

İsteklerinizi adım adım belirleyin.

Herşey bir proses bence. 
Adım adım kafanızda netleştireceksiniz ki yönleneceğiniz noktayı bilin. 
Yol sizi nereye götürecek buna hakim olun. 

Aşama aşama belirledikten sonra, en önemli nokta; sakin olun. 
Sanırım hiperaktivite sorunum var. Tüm belirtileri taşıyorum.

Aklıma birşey düştükten sonra anında o işe bulaşmam gerekiyor, ve yerimde duramıyorum onu yapana kadar. 

Heyecanını yitirme, kendine inan. 

Bu ara kendime en çok söylediğim şey bu!


Sevgiler

21 Temmuz 2013 Pazar

"Check In" Yap da İzleyelim!

Sosyal platformların öneminden falan bahsetmeyeceğim. 

Zira onbinlerce cümle yazıldı, yazılacaktır da. 

Foursquare check in'lerini, yorumlarını feedback alan işletmeler çoğunlukta. 

Bir şekilde müşteriye dokunuyor. 

Pazarlamada müşteri segmentasyonunu kolaylaştırmak, kişiye özel deneyimler yaşatmak için kullanılan kanallar düşünüldüğünde oldukça zahmetsiz olduğu kuşkusuz. 

Büyük pazarlama departmanları, organizasyonlar, PR çalışmalarının noktasal etkilerini anlık yakalamyı mümkün kılacak gözüküyor. 

Bugün bir arkadaşımla oturuyoruz, kahvaltı yaptığımız yerde Check in yapıyor, ardından ekliyor, "eski hevesim kalmadı ama yinede kullanıyorum" diyor. 

Müşteriler birşey elde ettikleri sürece ürün yada hizmeti kullanmaya devam ediyor. 

İster sosyal kanallar olsun ister bir ürün olsun; müşteriye bir şey vaad ettiği sürece kullanılıyor. 

Ne kadar kullanıyoruz elimizde ki imkanları. 

Türkiye'de akım yakalınıyor yakalanmasına ama hep geç kalınıyor, tüketici hep sıkılmaya başladığı anda biz çalışmaya başlıyoruz. 

Yapılmayanı yapmak, yenilikleri yaşatmak kişiye özel yada müşterinin segmentine özel dokunuşlarla bizim karşımıza çıkmanız gerekiyor. 

Avm'de beni mağazanıza sokmak için, check in yaptıgımda, bana özel bir kampanya sunmanız gerekebilir, eşimin doğum gününe 1 hafta kaldıgını hatırlatmanız gerekebilir. 

Daha önce aldıgım eteğin görselini yollayıp üzerine cuk oturacak bluzun yada ayakkabıyı bana hatırlatmanız çok hoşuma gidebilir.  

Tüm bunlara "bana" yapıyor olmanız gerekir ki ben orada oldugumun bilgisini size vereyim, herkesle paylaşayım.

Twitter/ facebook focus grup çalışmalarının yerini çoktan aldı. 

Birçok tüketim alışkanlığı bilgisine artık sahibiz. Şimdi bildiklerimizi uygulama zamanı. 
Doğru yerde!




7 Şubat 2013 Perşembe

Online Alışveriş Siteleri ve Impuls Marketing

Markafoni, Trendyol, Limango, Morhipo, 1v1y ve daha birçokları...
Sayılabilecek bir çok örnek var.
Hiç açıp bakmayan yoktur sanırım.

Sıkça alışveriş yaparım, alışveriş yapmadığım günlerde de mutlaka sayfalarını ziyaret ederim.
Trendyol.com'un iphone için yaptığı uygulama sayesinde hergün şirketin mesajı ile karşılaşıyorum güzel bir günaydın mesajı beklerken.

Şaka bir yana, private shopping diye de kabul edilen bu online alışveriş siteleri, internet kullanımında ilginç noktalara geldi. 
Private shoppingden ziyade, impuls marketing demek aslında tam karşılığı. 
İmpuls marketing kavramı, tüketicinin karşısına getirilen limitli ve kısa süreli kampanya anlamına geliyor.  
Siteyi açtığımda otomatik olarak biten ürünler nelermiş diye bakma hissiyatına kapılıyorum.

"Sepette" ibaresi varsa peşine düşüyorum.

Ruhumuzda var zor olanın peşinde koşmak, limitliyi almak. 

Türk kültüründe çok yerleşmiş olan "Bluz, t-shirt neyse alınır de ee ayakkabıyı, pantolonu nasıl alıyosunuz?" sorularını çoktan aşıp alışkanlıklarımızı el birliği ile değiştirdiler. 

Tedarik süreleri eskiden çok uzunken, artık birçok ürün için 2-3 gün içinde kargolama yapıyorlar.
Twitter, facebook hizmetlerini kullanmada çok etkinler ve müşteri memnuniyeti ile sorun çözme çalışmalarını gerekten çok başarılı bir şekilde sürdürüyorlar. 

Start-up maliyetleri gerçekten alternatiflerine göre çok düşükken, kısa sürede bu başarılı çalışmanın karşılığını aldılar. 

Çok yakın zamanda, şehrin bir ucundaki outlet mağazaların kapanacağı bir gerçek.
Online alışveriş siteleri, müşterilerine ulaşılabilirliği sağlarken, tedarikçi şirketlerinde birçok sabit maliyetten ve taşıma, istihdam giderlerinden kurtulmasını sağlıyor.

Alexa raporlarına göre bugün itibari ile Trendyol 52., Markafoni 54. sıra ile en çok ziyaret edilen ilk 100'de yer alıyor. 
Söz konusu siteler, bilinirlik faaliyetlerini tamamladılar.
Şimdi sıra mevcut üyelerinin alışveriş trafiklerini arttırmak olmalı.

Onlarda böyle olduğunu düşünüyorlar ki artık müşteri sadakatine yönelik indirim kuponları, alışveriş hedefi uygulamaları yapıyorlar sıkça.

Müşteri sadakatin sağlamak yeterince zorken online platformların bunu yapma çabaları oldukça yaratıcı olacak diye düşünüyorum. 
Rekabetten en çok müşteri kazanır!



6 Şubat 2013 Çarşamba

İyi Ürün, Olmayan Pazarlama

Ferrero'nun Nutella'sı pazar lideri.Marketlerde gördüğümden daha çok bloglarda, websitelerinde, twitter, facebook, tumblr gibi online platformda duyguları anlamlandırmaya çalışan yazılarda karşıma çıkıyor.

Kızlar depresyon derecelerini anlatmak için, erkekler kızları tasvir ederken bir fındık kremasını kullanıyor. 

Çok uzun bir geçmişi yok Nutella'nın ülkemizde.
İkamesi sayılabilecek bir çok alternatif varken kıvam ve tat olarak hiçbiri yakınına yaklaşamıyor bence, Sarelle hariç. Çocukluğumuzdan beri Sarelle hayatımızda.

Ürün çeşitliliği, ambalaj boyutları açısından baktığımda, Sarelle söz sahibi olabilecekken, aklımdan geçenler "Çok iyi ürün, ama hani reklamı hani pazarlaması" şeklinde oluyor.

Minik cam kavanozları son derece şirin. Bitter ve şekersiz seçeneklerinin olması şahane.
Bu kategoride çok karşımıza çıkmayan türde sonuçlar bunlar aslında.
Müşteri çeşitliliği seviyor sonuçta.
Yine Sarelle markasının "Sarelle Duo Gofret" ürünü var ki, kesinlikle çok beğeni alacak bir çikolata-gofret.FMCG'de bulunmuş biri olarak ektra dikkat ederim, marketlerin bu reyondaki ürünlerine.

İnanın en ufak dikkatimi çekmişliği yoktu bu ürünün.
Taa ki dün derste hocamızın bize ikram için getirdiği poşetten kendileri çıkana kadar.

Bikaç çeşit ürün vardı poşetin içinde, en sona ben kaldığım için seçme hakkımda olmadı, burun kıvırarak açtım paketi.

Aman allahım o ne lezzet!
Bu grupta tattığım en güzel ürün derim hiç kuşkusuz.

Ür-ge yapmış yapmasına ama, tüketicinin satın alma dürtülerini kim düşünmeli?
Bu ürünü albenili hale kim getirmeli?
Güzel yada kötü, damak tadına göre değişebilmesi mümkün olan kavramlar.  Bu kavramları ürün ile eşleştirebilmeleri için tüketiciye bir şans verilmeli. Tanışma ortamı yaratılmalı.


Deneyin, bakalım sevecek misiniz?

Facebook'ta Paylaş

Kişisel Marka 2


İNSANLARA GÜVEN VERİN
-En önemli kural, SAMİMİ olun. Herzaman güleryüzlü olmak değil, zaman zaman sinirlenebilen, bazen hata yapabilen bir "insan" olduğunuzu hareketlerinizle bilinçaltına yerleştirin.  Önemli olan mükemmel karakter çizmek değil, insanları hatalarınıza veya eksikliklerinize karşı toleranslı hale getirmek.

-Dürüst olun. Gittiğim hiçbir iş görüşmesinde yalan söylemedim, sizde söylemeyin. Vaad ettğiniz şeyleri sağlayamadığınızda kaybınız çok daha büyük olacaktır.
-Aldığınız eğitimden, bilginizden ve hatta tecrübenizden çok işe-ilişkilere saygınızdan, iş yapabilme ve kabiliyetli olabilme özelliklerinizi ön plana çıkarın.

ESKİ'TMEYİN
Eski hocalarınızı, eski okul arkadaşlarınızı, özellikle de eski iş bağlantılarınız ile olan ilişkilerinizi koparmayın.
Olumsuz yorumlar nasıl dev markaları etkiliyorsa, WOM aynen bu kısımda da var, sizin ile ilgili olumlu profesyonel düşünceler marka değerinizi arttıracaktır.

SIR SAKLAYIN
Ketum olmak çok zaman iyidir. Arkadaşlarınızın size anlattığı şeyleri, şirket sırlarını sohbet konusu yapmayın.






DIŞ GÖRÜNÜŞ ÖNEMLİ
Mutlaka kendinize has bir tarzınız olsun.
Moda,trend takip edilen, edilmesi de gereken şeyler olmakla beraber kişisel faktörlere göre entegre edilmesi şarttır.
Burada aslında bilinçaltına hükmediyoruz. Hayatınızda hiç pullu pembe bir bluz giymediyseniz, ve bundan hoşlanmıyorsanız, etrafınızdaki kişilerin bunu öğrenmesine izin verin. Çevremdeki herkes beyaz t-shirt sevdiğimi ve çok giydiğimi bilir. Asla saçımı kısacık kestiremeyeceğimi de..









PARA KAZANMAK ÖNEMLİ
Hayaller hedefler tabii ki çok güzel...
Ve herkes bunlara sahip olmayı çok ister.
Ancak mutlaka bir B hatta C planınız olsun. Yapabileceğiniz ikinci bir iş, size hareket özgürlüğü sağlar. Mutlaka freelance çalışabileceğiniz, ek fon yaratabileceğiniz bir alternatifiniz olsun.
İş hayatı bu, belki hayaliniz sizi mutlu etmez, aniden işi bırakmak zorunda kalabilirsiniz, kendinizi her şekilde kurtarıyor olmanız lazım.


EYLEM PLANINIZI YAPIN
-Markanızın kısa, orta ve uzun vadedeki hedeflerini listeleyin. Bunları yazarken elinizi korkak alıştırmayın.
-Önümüzdeki 6 aylık dönem ve 3-5 yıl aralığındaki orta vadedeki planlarımız bizim için son derece önemli.10 yıllık dönemdeki hedeflerimiz ve gözümüzün önüne gelen görüntü büyük resmi kaçırmamızı sağlayacak.

Benim için çok özel olan bu kısa vadede ki hedeflerimi örnek olması açısından listeliyorum.
Bu plan Ocak-Haziran 2013 için geçerli;
1)İş güvenliği sertifikası
2)Açıköğretim İşletme Mezuniyeti
3)İngilizce Dil Sınavı Yeterliliği
4)İş Planı Uzmanlığı

Para kazanmak, kariyer sahibi olmak, yaptığı işin hakkını vermek ortak amaç.
Bunların hepsini 'isminiz' ile yapıyor, kendi marka değerinizi yaşam tarzınız ve planlarınız ile oluşturuyorsunuz.


'İsminiz'i yönetmek en zor holdingleri yönetmekten daha zor daha anlaşılmazı anlatmak olabiliyor zaman zaman.
Yöneticisi olacağınız, sorumluluğunu alacağınız hiçbir marka 'isminiz' kadar değerli ve anlamlı değil.

Atacağınız imzanız "isminiz", isminiz "markanız" olsun!

  Facebook'ta Paylaş

Kişisel Marka

Marka kavramı üzerine herkesin bir şeyler ekleyerek dillendirdiği bir olgu.
"Marka" hakkında herkesin bir fikri var. Bu kimi zaman bir Marka Bilinirliği sohbetinde, kimi zaman Marka Değeri ölçmede geçen ucu bucağı olmayacak bir sohbet gibi gözüküyor gözüme.

Dev markalar var.
Bisküvi üreten şirketler, hastaneler, lastik ayakkabı yapan DEV markalar...

Çalıştığım iş yerimin başarısı benim başarım, okulumun imajı beni doğrudan etkiler. Ailem-doğduğum yer, ırkım, dilim, dinim ve daha birçokları benim bileşenlerim.

O halde bende MARKA'yım.

Bir pazarlamacı olmak gerekmiyor, herkesin kişisel markasını yaratması şart.
Hani herşey Pazarlama ya aslında, hep öyle diyorduk, işte insan ilk önce kendisini "pazarlama"lı.

Çok genel bir doğrudur, neyi nasıl ürettiğinden çok ne kadar sattığın önemli.

Yeni mezun sayılabilecek olan benim bu konuda çok bilmişçe ahkam kesecek halim yok pek ama kendi doğrularımı paylaşmadan da edemedim.

Öncelikle, kendimizi bir ürün gibi görüp bunun fırsatlarını, tehditlerini  güçlü ve zayıf yönlerini listeleyip kendi SWOT'umuzu yapmalıyız. Bunlar perde arkasında kalacak olan bizim verilerimizdir.
Kendimizi bu ürünün pazarlama müdürü olarak düşünerek sürece başlayalım.

Ben süreci üniversiteden başlatacağım.
Kuşkusuz ki üniversite adı- bölümü kariyerimizin en önemli parçası, ancak bunu da çok fazla değiştirebilme şansımız yok maalesef. Ben Endüstri Mühendisi olmayı çok istedim, yüksek de bir puan aldım ancak ismi olan üniversiteden biri için yinede düşüktü.

Üniversite önemli mi kısmında ise, "yapamadığım" görüşmelere dayanarak söylüyorum ki, yeni mezunsanız EVET ÖNEMLİ!

Ama tabii ki dünyanın sonu da değil, yada sizi sınırlandıracak bir engel değil.

ÜNİVERSİTEDE;
- Mümkün olduğunca kısa sürede hangi alanda çalışmak istediğine karar verin. Seçmeli derslerinizi bu doğrultuda seçmeniz faydalı olacaktır.

- Mutlaka kulup işlerinde çalışın, kulup kurma şansınız varsa kurun, etkinlikler yapın, profesyonelleri davet edin,teknik geziler düzenleyin. Bu sizin hem networkunu genişletir, hemde organizasyon ve yönetim yeteneklerinizi geliştirir. Bu tarz faliyetler herzaman bir kriz yönetimi koordinasyonunu gerektirir ve profesyonel hayatınızda sakin ve makul kararlar almanızı sağlar.

-İmkanınız varsa maddi bir ihtiyacınız olsun yada olmasın bir işte çalışın. Bu kimi zaman garsonluk kimi zaman tanıtım işi kimi zamansa özel ders hocalığı olabilir. Üniversitede okurken özel ders veriyordum, günde 2-3 saat çalışıp şimdiki mühendis maaşım kadar kazanıyordum.Bunların size çok farklı açılardan faydası olacaktır.

NE İSTEDİĞİNİZİ BİLİN
- Hedeflerinizi sahip olduğunuz güçlü yanlarınıza göre belirleyin, önemli olan herşeyde çok iyi olmak değilde, çok iyileri öne çıkarmaktır.
- En önemli veri kaynağımız aslında zayıf yönlerimiz, bunları geri plana atabildiğimizde, daha doğru bir kelime olarak "aşabildiğimizde" kendimizi yenilemiş oluyoruz.

ÇEVRENİZDEKİ İNSANLAR SİZİN MÜŞTERİLERİNİZ
-Arkadaşlarınız, aileniz, hocalarınız, en sevdiğiniz ofis arkadaşınız, nefret ettiğiniz eski patronunuz, dedikoducu iş arkadaşınız, ev işleri için gelen yardımcı bayan, sitenizin güvenlik görevlisi, o çalışmayı çok isteğiniz şirkette insan kaynaklarında çalışan az samimi arkadaşınız... Hepsi kendimizi anlatmamız gereken potansiyel müşterilerimiz bizim.
-Hayallerinizden, hedeflerinizden, gelecek planlarınızdan, nasıl bir iş nasıl bir aile hayatı isteğinizden bahsedin.
-Kendi imajını oluşturup, mevzu bahis siz olduğunuzda insanların kafasında oluşan profilin, istediğiniz profil olması için elinizden geleni yapın.

DİJİTAL AYAK İZİNİZ OLSUN
Çok sevdiğim, değerli hocam Gökhan Hocam'ın sözüdür "Dijital Ayak İziniz Olsun"...
Aynen öyle, insanların sizin hakkında birşey araştırdığında karşılarına çıkmasını istediğiniz imajı yayınlayın.
Hepimiz birbirimiz hakkında araştırma yapıyor zaman zaman stalking boyutlarında işi abartabiliyoruz, kendinizi daha iyi anlatıp tanıtabileceğiniz platformlarda mutlaka bulunun.
Sonuçta bu da sizin viral reklamınız...





Facebook'ta Paylaş

5 Şubat 2013 Salı

McDonald's Atağına DİKKAT!

Benim çoçukluğumda... diyerek başlayacak yaşta değilim henüz.
Benim çocukluğumda McDonald's vardı, haftasonu gidilen palyaçonun jelimsi bir oyuncak verdiği yıllardı.


İzmir'de Atatürk Lisesi'nin yanındaki büyük  McDonald's benim yaşlarımdaki birçok için fast food ile ilk tanışma noktasıdır.
İyi hamburgeri bu tip zincirlerde yemek mümkün değil. Özellikle yeni tip kasap-restoran tarzı yerlerde lezzet son derece farklı ve tatmin edici olmakla beraber bir taraftan tüketici olan benim de alışkanlıklarım var.

1 yıl öncesine kadar tercihim aslında hep BurgerKing ve hatta Whopper'dan yana idi.
McDonald's a karşı ise ayrıca bir sempatim bulunmamakta idi, hem zaten ranch sos'da yok diye düşünür BurgerKing'i tercih ederdim genelde.
Gel gelelim Mcdonald's da bir değişim süreci başladı.
Tüketicilerin birçoğu patates kızartması için  Mcdonal's>All söylemini kullanıyorlar.
Restoranlarına dekorasyon çalışması yapıldı, tamamlananlar bir fast-food restoranı köhneliğinden çoktan sıyrıldı.


Hamburger çocuğuyum ben, ve hayatta tek bir bağımlılığım vardır o'da Hamburger.


Yemediğim zaman kesinlikle eksikliğini hissederdim. Yeme sıklığım ise haftada 1 kereden fazladır. Sadece Whopper'da değil, BurgerKing'e gitmem ile Ranch Sos'un da büyük bir ilişkisi var.

MCDONALDS'A BİR ŞEYLER OLUYOR

Uzun bir süredir bu değişim gözler önünde.
Menüleri değişti, yeni eklemeler yapıldı, yeni ekmek tipleri kullanılmaya başlandı.

Soslara BurgerKing'in gizli silahı ranch de eklendi. 

En trend mevzu olan online sipariş hatları son derece etkin çalışıyor.


"Sonuçta fast-food, son derece sağlıksız, boool kalorili" söylemlerimize yönelik bir "marka imajı" atağı geldi.
1 yıl boyunca Uzman Şef Tolga Atalay'la birlikte çalışan McDonald's ekibi, kalori değerlendirmesi  yapıldığında McDonald's menülerinin birçok menüden daha az kalorili olduğunu açıkladılar.

Marka imajının sürekli olarak yenilenmesi, tüketici ihtiyaç ve soru işaretlerine cevap vermesi şart.

Benim BurgerKing'i tercih etme sebebim küçücük bir sostu, her McDonals kapısından girdiğimde bunu bir kez daha düşünüyorum. Bu küçük eksikliği kapatan McDonals, kimbilir kaç müşteriyi kapısından içeri soktu acaba. 



Facebook'ta Paylaş

Kozmetikte Kore>Hepsi

Dünya akımları değişiyor, ürün gruplarında dünya lideri olan markalarda öyle...

Kozmetik devi Avrupa, özellikle de Fransa hala satışları iyi olsa bile eski gücünü çoktan yitirdi.


Arkalardan koşarak gelen Kore, gerek fiyatları gerek ürün kalitesi en çok da yenilikçi yaklaşımı itibari ile kozmetik sektöründe en büyük ivmeyi yakaladı.


Kalem pil boyutundaki kremlere yüzlerce lirayı verirken kalitesinden hepimiz son derece emindik. Hepimiz iç huzuruyla kullanıyorduk bu "İthal" ürünleri. Alışkanlıklarımız, bildiğimiz sevdiğimiz göz aşinalığı olan markalar hep Avrupalı'ydı bizlerin. 


Tam da bu noktada, Kore'li kadınların pürüzsüz ciltleri, yaşlanmayan dokuları ile karşı konulamaz bir güç belirdi karşımızda. 10-15 dolar civarındaki fiyatlarla sunulan ürünler bloglarda çılgınlar gibi paylaşılmaya başlandı.


Kore kozmetikte en söz sahibi ülke konumuna geldi sessizce.



BB Cream akımı bunun en belirgin örneği. All in One krem de deniyor bu kremlere.  Kırışık kapatıcı ve giderici, güneş koruyucu, yaşlanmayı geciktirici, sivilce kapatıcı ve iyileştirici, leke giderici, doğal renklendirici, güçlü besleyici ve nemlendirici aynı zamanda da cildi aydınlatıcı etkisileri var. Yani herşeyi aynı anda bize sunmayı vadediyor. Bu kremleri gün içinde tazelemeniz  gerekmiyor ayrıca bununla uyuyabileceğiniz de söyleniyor. 


En bilinen markası sanıyorum ki Missha. Türleri olmakla beraber fiyatları alternatiflerine göre son derece uygun.


Estee Lauder, Dior, Bobbi Brown, Clinique, MAC akımı takip edenlerden yalnızca birkaçı.



Fiyat farkı büyük olmakla beraber bloggerlar tarafından Koreli ürünler açık ara liderler. 


Dinamiklerin değiştiği kuşkusuz.


Marka bilinirliği çok önemli olmakla beraber inovatif çözümler zirve basamaklarını üçer beşer çıkıp tam da bu şekilde karşımıza "rakipsiz" şekilde çıkabiliyorlar. 



 Facebook'ta Paylaş

Gratis ve Mağaza Müşteri Yaklaşımı

Huyum kurusun, bir gün makyaj videoları izlemekten öleceğim diye korkuyorum.
Sadece izlesem iyi, orada kullanılan ürünleri araştırıyorum, tek tek bloglara bakıyorum, nerede satılıyormuş buluyorum. 

Ebay.com'da bu anlamda aslında yurtdısı alışverişlerde en çok kullandığım site. Kozmetik yasağı tabikii beni de vurdu ancak yurtdısına cıkan tanıdıklara kargolayarak sorunu çözmeye çalışıyorum.Kullananlar bilecektir, The Balm markası da Gratis ile geldi ülkemize. 
Tanıştık, drug store markası olarak da çok sevdik kendilerini.Kişisel bakım, kozmetik, ev, bebek, atıştırmalık ve aksesuar ürün grupları mevcut. 

Gratis ile seviyeli ilişkim The Balm ve Essence markaları ile başladı. Kredi kartı ekstrelerimi kontrol ettikçe fark ettim ki bu seviyeli ilişki çoktan yüzgöz mıncık mıncık bir ilişkiye dönüşmüş bile.Her alışverişe çıktığımda her önünden geçişimde bir şeyler almışım mutlaka.

Bunu da o kadar kanıksamışım ki, bana sorsan "yani arada uğruyorum" falan derim.Şuanda 100'ü geçkin mağazası var, hedefleri ise 500 mağaza.
Son derece ilgili, yardımcı güler yüzlü hizmet sunan personel aynı zamanda müşterinin alışverişini de takip ile kısıtlamıyor. 

Pazara 2009 yılında giren Gratis için başarılı yakaladı desek sanıyorum ki yanlış olmaz.
Personellerini nasıl seçiyorlar  ne gibi aşamalardan geçiriyorlar yada eğitim politikaları nedir bilmiyorum ama Gratis hiçbir mağazasında beni şaşırtmadı. Olumsuzluk yaşamadım mı, tabii ki de yaşadım. 


The Balm markasının özellikle allık grubunda ambalaj sorunu var. Sorun demek çok doğru olmamakla beraber ürünler çok hassas. Taşımaya kesinlikle uygun değil. 
Yardımcı olan personel ürünü satarken kapalı ambalajı açıp kırık-hasarlı olup olmadığını kontrol ediyor ürünün. Zira benimkinde de bir problem yoktu. 
Eve geldiğimde ürünümü açtığımda ortadan ikiye kırılmış olduğunu gördüm, muhtemelen çantamda bir yere çarpmış.Mağazaya aslında biraz da merakımdan gittim hemen, durumu anlattım, ürünü kontrol ettiğimi o zaman bir sorun olmadığını ama yinede bu kadar hassas olup olmadığını sordum. Ürün ile ilgili geri dönüşümü ileteceklerini son derece kibar bir dille ilettiler. 

Öyle bir geri dönüş ki bu, 10 tane kırık allık almaya razı olabilirdim o an. Hepsinin bir ikamesi varken müşterilere sadece ilişki ile bağlılık duygusunu yansıtabilirsiniz. Darısı diğer markaların başına...

Hiçbir mağazanın, hiç bir ürünün vazgeçilmezliği yok bu zamanlarda.
Gratis bunu başarmış, müşterisi olarak benim kalbimi kazanmış.

Sevgiler,







Facebook'ta Paylaş